12.20.2014

Hayata dair






      
          " "Yıllar boyu, insanoğlu bir boşluğu imgelerle, illerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün simgesi olduğunu anlar" der Borges. Kum kitabının hemen başında. 
            Unutmak varoluşun doğasının en tatlı yanı. En hayin, en uslanmaz alışkanlığımızdır unutmak.Kendini unutmak da gerekir bazen. Ne de olsa yıllarca içine düştüğümüz bir dolu sanrının izlerini silmek öyle kolay olmuyor. Kendini unutmak için, zayıf olmak gerek yine de. Evet evet, güçlü değil zayıf olmak gerek!  Bazen, en derinden gelen iç seslenişlerini duyunca, hele duymak istemediklerimizle başa çıkmak çok zor olabilir çünkü. İnsanın kalbinin derinliklerinden gelen sesleri duymaması için güçlü değil, tam aksi çok zayıf olmak gerekir ki, yok sayasın. Zayıflık insanı daha unutkan da yapar. Ne kadar zayıfsan o kadar unutursun. Kendini unutmak ise çok rahatlatıcıdır elbet, en incindiğin durumlarda belki en çok kendini unutmak istersin. O yüzden ben kendini unutanları da severim. En incinmiş olanlar onlardır belki de, en zayıf olanlar da. Onları, kimseye göstermek istemedikleri zayıflıkları ile severim.

           Zamanla var olan tüm değişimler yine labirentin köşelerinde saklı yeni yeni şeyleri sunar seçenek olarak. Sevgiler değişir, ilişkiler değişir, aşklar biter, yenileri başlar. Ortamlar değişir, evler değişir, arkadaşlar değişir bazen. Ama inatçı bir ısrarcılığı da seviyorum ben, değişmeyen yanlarım var mesela, onları da seviyorum. Biri, hızlıca artık bambaşka biri ise, ilk tepki olarak korkmaya başlıyorum, sonra daha da çok seviyorum. Ya çok değişmesini gerektiren acıları olmuşsa? Ya o acıları kimseler bilemiyorsa? İnsanı en çok acıları değiştirir.
   
           İnsanın kendi çizdiği labirentinde yolculuk ederken, bir yaş gelir, o noktada artık bazı köşeleri bazılarına verirsin. Yerler edindirirsin onlara, başlangıcından ve sonundan tutup en nadide bir incelikle yerleştirirsin benliğine onları. İyi mi kötü mü bilmem. Ama yaşı ilerledikçe, labrentinde kaybolmaz artık insan, içinde dönüp durduğu benliğinin parçalarını tutan elleri bilir. Düşüp kalktığı çukurları bilir, tökezlediği noktaları görür.  Ömrü, neredeyse yarıladığın zaman, tutulmadık bir dolu boş köşe içinde, bir çok duyguyla köşe kapmaca oynamaktan yine de vazgeçemezsin. Labirentin işgal altındaki köşelerinde; suçlular, en büyük aşklar, en çok sevilenler, yitirilmiş kişiler, en mutlu olunduk zamanlar, çekilen tüm acılar koltuklarına yerleşmiş hep birlikte seni seyredeyler. İnsan bilmediği şeyden korkar, ben bildiğim şeylerden korkarım. O labirentin köşelerinde yerleşen duyguları iyi bilirim, kendi labirentimi de, hapishanemi de tanırım ben. Özgürlüklerimin karıştığı uçsuz bucaksızlıkları da bilirim.

          Hayatta aşk yüzünden dünya kaç bucak anlamış, gecesi gündüzüne kavuşmuş, mektuplar yazmış, diller dökmüş, sırf sevmeye inadından aşkını kurutup, bile bile çürütmüş insanları severim.
           Bazen her şeyi yıkmaya bir sel gerekir. Yeniden inşa etmek isteyeceğin bir şeyse bile yıkılıp dökülünce her şey, belki peşinden bir ferahlık da gelir. Onu görmeyi yolun diğer yarısına ertelediysen.

          Kötülüğü bilip kötülük yapmamayı seçenlerden korkarım. Kötülüğü bilmeyenleri, öğrenmek istemeyenleri kendime yakın tutmayı isterim. Birini bile bile üzmeyi planlayabilecek kişiler, birilerini bile bile ellerinde hamur gibi de yoğurabilirler. Ellerinde hamur gibi yoğurdukları kişiler ise, kötülük nedir bilmeyenlerden çıkar genellikle. Ve inat, insanı her zaman korumaz. İnatçılığın tadı, ancak bir başka inatçı ile birlikteyken çıkar. Tek başına kuru kuru inat olmaz."

            Onarmak mı yıkmak mı yazım için : https://semihtorun.blogspot.com/2014/11/onarmak-m-ykmak-m.html 

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa